28 Aralık 2011 Çarşamba

Betül Etik - Resim / Silmek / Kapalı

2. deneme  ---  http://vimeo.com/34283700







İlk hali    ---  http://vimeo.com/32556642





 Kavramlar :   Resim , Silmek , Kapalı

Görselleştirme Tekniği :  Oyun hamurları ve kolaj görüntülerden oluşan “Stop Motion Tekniği” ile kısa animasyon.

Bu görselleştirme tekniğini ve bu senaryoyu hazırlamamın sebebi ise ; yıllardır düşkünü olduğum 60’lı yılların barışçıl şarkılarının beni hep olumlu etkilemesi gibi, belli mesaj içeren resimlerinde bu etkiyi bırakabilceğini göstermek istedim.  Bireyin resim ile baş başa kaldığı andaki ruh hallerini ise diğer kavramlarıma yüklemeye çalışıp, bunu daha da etkileyici yapmak için hem bireyi hem düşündüklerini hemde eserleri gösterebilmek adına 4 tarafı kapalı ve değişebilen dekorlara sahip sahne oluşturdum. Stop motion tekniği , bazı hazır savaş ve film görüntüleri ile bu fikirlerimi sunmaya çalıştım.

Kavramlarım ve Senaryo Hakkında :
            Kelimelerimden ilki olan “Resim”  bir görüntünün, manzaranın, objenin veya bir hayalin çeşitli malzemelerle 2 boyutlu bir düzlem üzerine aktarılmasıdır. Resimde Çeşitli objelerin bir araya getirilip düzenlenmesi ile kompozisyon ve kurgu oluşturulabilinir. Renklerin yoğunluyla veya sadeliğiyle konuya çarpıcı anlamlar katılabilir. Bende kısa filmimde senaryoya başlangıç yönümü belirlemek için Picasso’nun “I paint objects as I think them, not as I see them” sözü ile düşünmeye başladım. Sanat dallarından en yaygın olan resmi, var olanı birebir yansıtmak olarak değil, içerdiği anlamlar, yüklenen düşünceler, ve bakış açılarına göre anlamlandırılması gerektiği yönünden ele aldım. Bunun için bilindik ressamlar yerine daha amatör ve bilinmeyen sanatçı ruhlu insanların anti-savaşçıl eserlerini kullanarak “Sanat dünyayı değiştirebilir mi ? “ temalı bir senaryo hazırladım.  Çünkü bu tarz eserlerin insanların ister istemez duygusal yönden tetiklemesi, içten içe doğruyla yanlışı analiz etmeye sebebiyet vermesi ile sanatın bir nebze de olsa sosyal değişimi olumlu yönden etkileyeceğine inanıyorum. Bunun için her şeyden habersiz gibi görünerek , yolda yürüyen ve birden üstünde “Can ART change the WORLD” yazılı bir kapıya rastlayarak , merakına yenik düşüp içeri giren ,  ve olayları başlatan basit bir oyun hamuru ile hazırladığım figürüm ile animasyon film yapmaya karar verdim. Figürümün kapının yok olmasıyla, içi resimlerle dolu başka kapıların bulunduğu bir odaya sıkışık kalmasını kelimelerimden bir diğeri olan “kapalı”yı düşünerek tasarladım. Buradaki kapalılığı figürün resimlerle baş başa kaldığındaki onları zihninde ister istemez değerlendirmeye başlaması ve aklında resimlerle alakalı olay ve görüntüleri canlandırması ile bu durumdan çıkamamasına bağladım. Figürün resimlerde ki konular itibariyle gözünde canlanan korkunç Vietnam Savaşındaki çocukların halleri , beyazların çıkarları uğruna yaptığı Kızılderili katliamları, askerlerin savaş ortasında insan öldürerek istemedikleri bir kişiliğe bürünmek zorunda kaldıkları, ve tüm bunların arasında bir kuş figürü gördüğünde bile hemen zihninde barış için bir şans daha olabilir düşüncesinin yerleşmesi gibi anlamlandıracak resimler ve videolardan kolaj hazırlamaya çalıştım. En önemlisi ise kapana sıkışmış vaziyette olmasına rağmen figür ona savaş gibi dehşet verici anları hatırlatan resimlerin bulunduğu hiçbir kapıyı açma isteğinde bulunmuyor oluşu. Çünkü burada devreye kelimelerimin sonuncusu olan “silmek” kavramı giriyor. Figür kapıyı açıp çıkmayı denemek yerine o kapıya dokunmamayı ve zihninde canlanan o savaş görüntülerini hafızasından silmeye çalışıyor.  Sanki insanların bir çizim hatası yaptığında onu geri almak için silmek istemesi gibi buradaki silmek kavramında da geçmişte yaşanan yanlış ve kötü olayları hafızadan yok etmek istemesi anlamında kullanmaya çalıştım. Figür 6 kapı geçtikten sonra duvarda Banksy’nin yaptığı bir kuş resmi ve hemen üstünde Jimi Hendrix’e ait olan “When the power of love overcomes the love of power, the world will know peace” ( Sevginin gücü, güç sevgisini aştığı zaman dünya barışı tanıyacak. ) sözünü görerek , hemen yanında bulunan ve üstünde John Lennon’ın şarkısı olan “Give Peace a Chance” yazılı kapıya hiç tereddüt etmeden yanaşıp açıyor ve bembeyaz gösterdiğim fonda ilerleyerek rahatlığa kavuşma hissini görüyoruz.
                                                                                                                                 Betül Etik

23 Kasım 2011 Çarşamba

DUYMAK
  Duymak dışardan bir takım sesler işitmekten ibaret değildir..Bazen içimizden de sesler yükselir..Tıpkı güneşli bir günde içimden “Haydi fotoğrafa çık haydi Balat’a in” diye bir ses duyup ta kendimi Balat’ta bulmam gibi..
   Cadde de gezerken bir kaporta atölyesi ve bir araba altına uzanmış küçücük bir çocuk bedenine rastladım o gün ve yine içimden bir ses duydum “git ve tanış, fotoğrafını çek ”Kaportacıda çıraktı Furkan..Sohbet edebilmem için öncelikle ustasından izin almalıydım ve öyle yaptım..Kendimi tanıttım ve sonra onu dinledim..Furkan uzun zamandır bu tamirhanede çırakmış eve yardım ediyormuş çalışarak.. Okula gidip gitmediğini sordum o küçük başı hafif öne eğilirken belliki duyduğu hüzündü..Ben sebep olmuştum, benim duyurduklarım kulaklarının duyduğu..Her bir harfi tuzdan oluşan bir cümle yarasına basılmıştı sanki..Sanki o minik omuzlarına az önce altında tamir yaptığı araba yüklenmişti..ne kederli bir an’dı..
   Bir süre öylece durduk ikimizde..Sonra ben bir ses duydum “Okuyorum abla” ve bu sırada başını kaldırmış gözlerimin içine bakıyordu.Hayata yaşıtlarından yalnızca bir adım değil onlarca adım geride başlamıştı Furkan “ kapatabilirdi aradaki onulmaz farkı belkide..bunu kimseler bilemezdi..Peki ne olmak istiyorsun büyüyünce diye bir ses duyurdum tekrar yüreğine, “Doktor olacağım ben abla” dedi..
   Ve “Peki hastalandığımda gelirsem yanına bana da bakar mısın iyileştirir misin beni:) ?” dedim Furkan o kadar emin ve tok bir ses duyurdu ki yüreğime “Bakmam mı hiç abla ama sana bir şey olmasın sen hiçbir zaman hastalanma ben doktor olana kadar” “Tamam doktor bey dikkat ederim” dedim ve ikimizde gülümsüyorduk:)
  Furkan umutluydu..Duyduğu şeyin adı umuttu..Duyduğu yokluklara rağmen, duyduğu özlemlere rağmen tutunduğu bir hayali vardı çünkü..Bir çiçeğim varmışta onca kirin pasın ortasında onu öylece geride bırakıp kaçmış gibi kalleş gibi hissediyordum kendimi..Duyduğum mahcubiyetti..
  O simsiyah, yağa toza bulanık eve ekmek götüren küçücük elleriyle bir yol kenarı tamirhanesinde bırakıp giderken Furkan’ı, dışarda kuş cıvıltılarına karışmış çocuk cıvıltıları duyuyordum..Saçları taralı,yüzleri issiz,mavi önlüklü sabun kokulu güle oynaya okula giden çocukların seslerini..Okul saatiydi Furkan kaporta tamirhanesinde iken..Keşke ile başlayan bir cümle o gün duyduğum mahcubiyetin sesini hiç azaltmadı..Furkan’a ve Furkan gibi binlercesine bin selam olsun! 
AYNA
   Ayna, tarihi Narcissus’un öyküsüne dayanacak kadar eskidir..Yaşam alanımızda belkide en vazgeçilmez objelerin başında yer alır .Ve belkide karşısına geçerek üstümüzü başımızı düzeltip süslenirken bir yandan sorular sorduğumuz ve en doğru cevapları daha sorarken duyduğumuz tek obje..İşaret eder aynalar rehberlik eder, ve ikaz eder bizi hiç seslerini duyurmadan avaz avaz bağırarak.. Aynaya yüzümüzle değil kalbimizle bakıyorsak ve kalbimiz yara berelerle dolu ise bunu yenmenin tek şekli aynaya daha fazla bakmak daha fazla yüzleşmektirKusurumuzu teşhis eder her ayna, aksayan yanımızı söyler bize ve biz ona bu hizmeti için ne bir teşekkür ederiz ne de bir ücret öderiz..Çıkarsızdır ayna..Tıpkı bir dost gibi..
   Dost dediğimiz de bir ayna gibi bize kusurumuzu söyleyendir, kusurumuza rağmen bizi seven ve düzeltilebilitesi varsa elinden geleni yapandır.Ayna dosttur, dost aynadır..Eğer bir ayna düşmanlığımız olmaya başlamışsa muhtemelen bu düşmalığı kendimiz üretmişizdir ve bihaberdir bundan kendisi..Hayatımızda bir şeyler yolunda gitmiyordur ve bir eksiklik vardır..Ayna ile küslük kedimizle küslükten başka bir şey değildir..Aynaya bakınca duyduğumuz keder ve peşisıra öfke de hep bu küslüktendir..
   Aynalar ihtiyaç duymayanın dostu çoktur diye düşünürüm hep çünkü ayna gibi dostları vardır..Bozulmuş saçımızı, yüzümüzdeki lekeyi sivilceyi, gözümüzdeki çapağı, kıvrılmış, kırışmış elbiseyi, üstümüzdekilerin bize yakışıp yakışmadığını..Aynada görebiliriz bütün bu sayılanları..Ya kendimizle ilgili kusurlar, eksikler, hatalar..Ya bunları söyleyebilir mi bir ayna? Elbette hayır, sadece bunların üstümüze başımıza giyim kuşamımıza yansımış fiziksel tepkilerini yansıtabilir kısmen..Ama asıl ayna kendini içimize ayna gibi tutan dostlardır..Kusurlarımızı, hatalarımızı hep hüzün olcak değil ya neşemizi sevincimizi bize gösteren acımızla acılanan neşemizle neşelenendir ayna yani “dost”.. Evet kusurların söylenmesi elbette acıtır  ancak söyleyen ses bir dosttan yükseldiğinde acıtmaz..Çünkü biliriz maksadının incitmek, yermek olmadığını..Kendimizi toparlamamız ve onarmamız içindir o ses..Ve biz bunu yaparken hep yanımızda, hep destekçimizdir o dost sesi..Aynası dost olanın kusuru kusur kalmaz ve neşesine neşe katılır velhasıl…

SOĞUK AYNA DUYMAK

SOĞUK…
Soğuk bedenimizle algıladığımızdan çok ruhumuzla algıladığımızdır bence..Bazen bir sözle bazen küçücük bir bakışla dahi üşüyebilir insan..En sevdiklerimizden, onların tatlı sözlerinden ve sıcak bakışlarından mahrum kalmak soğukta kalmasıdır yüreğin..Sevdiklerimizin yokluğudur soğuk.. Ölümün soğukluğunun üşütemeyeceği insan, buz kesmeyeceği hiçbir yer yoktur dünyada..Öyle çok üşüten bir yokluktur ki bu; hava 40 derece dahi olsa bitmez, geçip gitmez bir soğukta savunmasızdır hep yürek..Anılar çağırırız imdada, rüyalara sığınırız ama nafiledir, yetmez ısınmaya yetemez..Hep yarımdır artık hayat, göz yarım görür, dil yarım konuşur, el yarım tutar..Ağır olur bir yanımız aksak olur..
   Sevdiklerimizi kaybetmek soğukların en büyüğü, en yüksek uğultulusu, en çok üşüteni, en çok acıtandır..Sahip olduğumuz sağlık, varlık, imkan, geride kalan hiçbirşey, hiçkimse yetmez bizi bu soğuktan kurtarmaya..Üşümenin kaçışı yoktur ve hüznün..Mutlu taklidi yaparız oysa mutluluk kaplı hüzündür adımız..Maske takmışızdır ya da gece olup ta el ayak çekilince dost tesellileri sukut edince yapayalnız kaldığımızda daha bir artar soğuk ve maskemizi komidine bırakır soğuğumuzla baş başa kalırız hani odun dolu cayır cayır yanan bir sobanın başucunda olsak bile farketmeyecektir..
Soğuk toprakta sevdiğimiz..
Soğuk yatakta bedenimiz..
Soğuktan da soğuk evimiz..
Kaskatı dururuz öylece..
   Bu soğukla yüreğimize yerleşen keder bir süre sonra yüreğimizden taşarak nakış nakış yüzümüze işler..Bakışlarımıza..Taa gözbebeklerimize..Biz nefes aldıkça bizle beraber nefes alamayanın yokluğu büyür ve büyüdükçe yokluk artar soğuk..Aynı toprağa baş koyana kadar terketmez ruhumuzu..
Hep boğazda bir düğüm,
Dil ucunda bir keşke,
Gözlerde en dipsiz kederler,
Kalakalırız acıtan soğukla..
    Çünkü hiçbir sarılma sevdiğimizin sarılması değildir artık..Ve bu yüzden ne kadar içten olursa olsun hiçbir sarılma ısıtmayacaktır küçücük bir hatıraya sarılmak dışında..
(Rakel abla ve Delal’e ithafen)

22 Kasım 2011 Salı

Sertaç Başar TAPAN ( AYAK-GARİP-DUYMAK)


Ayak sözlük anlamı;
1 . Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü.
2 . Bacak..
3 . basamak.
4 . fut.
5 . futun küpü alınarak hesaplanan değer.
6 . Halk ağzında mayalardan önce, makama uygun olarak çalınan veya söylenen beste.
7 . Eskimiş yarım arşın veya 30,5 cm uzunluğundaki ölçü birimi, kadem.
8 . Coğrafya göl ayağı.
9 . Edebiyat halk edebiyatında koşuklarda kısa yedekli dizeler.
10 . Edebiyat halk edebiyatında uyak:
mânicilerin kafa yormadan buldukları ayaklar cenap'ı şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükler.- s. birsel.
11 . Matematik bir doğrunun başka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta:
dikme ayağı.- .
12 . Spor karakucak ve yağlı güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş dereceden biri.
13 . Spor altılı ganyanda yer alan her bir koşu.



Garip sözlük anlamı;
1 . Kimsesiz, zavallı.
2 . Yabancı, gurbette yaşayan, elgin.
3 . Acayip.
4 . Şaşılacak bir şey karşısında söylenen söz.
5 . Dokunaklı, hüzün veren.


Duymak sözlük anlamı;
1 . Bilgi almak, öğrenmek, haber almak.
2 . İşitmek, ses almak.
3 . Dokunma, koklama vb. duyularla algılamak, hissetmek.
4 . Nesnelere dokunmakla onların sıcaklık, soğukluk, sertlik, ağırlık, hareket vb. fizik durumlarından bilgi edinmek, hissetmek.
5 . Bir ruh durumu içine girmek.
6 . Sezmek, fark etmek, hissetmek.

Kaynak: sozluk.bilgiportal.com

Hazırladığım videoda ayak kelimesini ayak sesleriyle , garip kelimesini acayip anlamında , duymak kelimesini ise işitmek
olarak kullandım. Bu videoda şizofreni hastası bir kişinin devamlı ayak sesleri duyduğunu görüyoruz. Garip olan şeyde
aslında duyduğu seslerin kendi kafasında kurduğu hayal ürünü sesler olması.

Şizofreni Tanımı;
Şizofreni kişilik bölünmesi, zayıf kişilikli olma, zeka geriliği veya tembellik değildir.Önemli ruhsal hastalıklarından birisidir.
Hastalarda genelde gerçekle hayal dünyasını ayırt edememe, mantıksal düşünme yeteneği kaybı, normal duygusal tepkiler verememe
ve toplumsal kurallara uyamama görülür.Aynı zamanda hatırlama ve normal konuşma yeteneği genelde kaybolur.

erdal akbaş ayna-yavaş-alışmak




3 Kavram ayna, yavaş ve alışmak hakkında sözlük bilgisi ve anlam yüklemeleri

AYNA: Ayna, ışığın % 100'e yakın bir kısmını düzgün olarak yansıtan cilalı yüzey.

ALIŞMAK: Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapmak, yadırgamaz duruma gelmek. Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek. Sürekli ister olmak. Bağlanmak, ısınmak. Etkisini yitirmek. Evcilleşmek, ehlîleşmek.

YAVAŞ: Hızlı olmayan, yumuşak huylu, yumuşak başlı, alçak, hafif

Ayna yıllardır karşısındakini yansıtan bir araç olarak kullanılmış, insanlar ona bakmaktan zevk almış, belki güzelliklerini görmüşler belki çirkinliklerini! Yaşadıkları duyguları aynaya hapsetmişler. Tek dostları onlar olmuş. Hiç konuşmamış ayna onlarla masallardaki gibi! Belki de doğruyu söylemedikleri için sevilmişler asırlardır!.

Karşımıza çıkan her şeyde buluruz yansımamızı, onlarla doğar onlarla ölürüz fark etmeden, anlamayız bile orada olduklarını, çekmez dikkatimizi bazen, görmek istemeyiz üzerler bizi. Etrafımıza bakınca bize eşdeğer onca şey varken kafamızı çevirmekten hiç bıkmayız çünkü kendimizi görürüz onlarda. Sıkarlar canımızı tam orta yerini.

Hayatın ne kadar kısa olduğundan şikâyetçi oluruz sürekli. Aslında arkamıza dönüp bakmak duygusu boğar bizi. Çünkü istediğimiz bir şeyler olmamıştır hep oralarda bir yerlerde! Hâlbuki yarım asır hiç te kısa bir süre değildir yaşamak için. Ağır ağır kısık ateşte pişeriz kahve tadında. Şikâyetimiz yersizdir, geç anlarız elimizden kayıp gidenlerin kıymetini. Gövdemizden kesilen dal gibidir sevdiklerimiz, gözümüzden akan yaş gibidir yapraklarımız. Hep farklı bir mevsim yaşar şaşalı gövdemiz, dayanabildiği kadar dayanabilmiştir aslında bu acımasız hayata. Günü gelince kuruyup giden gövdesi, kendiliğinden yok olmaya başladığında, şanslıdır aslında kör bir baltanın emrine girmediği için. Alışkanlık yaratmıştır hayattaki her şey bünyesinde lakin ne sıcağı reddedebilir ne de soğuğa hayır diyebilir. Sessizce olduğu yerden izlerken tüm olanları aslında kaderlerinin aynı olduğu dikkatini çeker insanla. Artık zor gelmiyordur hiçbir şey, istediği sadece mutlu başladığı hikâyesinin huzurla son bulmasıdır. Onca yıl yaşamıştır, katlanmıştır hayata, hak etmiştir saygıyla ağırlanmayı…



Ayna!... içerisindeki her şeyi yalansızca göstermektir görevi. Farkındadır, karşısındakine söylediği sözlerin kıymetinin, o görevlendirmiştir ne kadar değiştiklerini söylemek için tatlı bir dille insana. Haykırmak ister boşa geçen bir hayatı.

İnsan doğar, yaşar ve ölür. Basit bir denklemdir aslında ilk anda göze geldiğinde.
Öyle doludur ki içi bu üç kelimenin, mucizeyle başlayan hayat, akıntıda yüzen sandal gibidir, rotası çizilmiştir belki baştan. İster hep insan tersine kürek çekmeyi, ancak çeker onu akıntı sona doğru. Çırpınabildiği kadar oynamıştır bu rolde… Hazin son geldiğinde ise aklına sorar nasıl da anlamadım hep aynı yöne gittiğimi…



İnsan aynaya baktıkça genç görmek ister kendini. Bazen görmek istemediğimiz olur bakmayız aynanın önünden geçerken kendimize. Çünkü yaşlanmışızdır, artık eskisi gibi değildir elimiz, yüzümüz…


Kaçıp dışarı atarız kendimiz i, karşımıza çıkan her şey hayatımızı hatırlatır artık, kendimizi benzetiriz onlara. Toprağa atılan tohumumuz fidan vermiştir, büyüyüp dallanmıştır, meyve vermiştir. Yazın terlemiştir yapraklarından, kışın üşümüştür yalnızlıktan! Çeviriveririz kafamızı, üzülürüz… Hüzün çöker tam kalbimizin ortasına aynamız olmuştur doğa ana, öğütler bize fısıltılarla.
Yaklaştıkça alışırız bu duyguya, artık eskisi gibi rahatsız etmez yine yaz gelmiştir unutmuşuzdur sonbaharı, çürüyen dalları… Hangi rüzgâra kafa tutarız hangi yağmura laf atarız bilinmez artık…

Anahtar-Sıcak-Alışmak - Betül Çekiciler

Video linktedir.




ANAHTAR-ALIŞMAK-SICAKLIK

Psikolojik bir bunalıma girmiş bir kız var,bunalımda olmasının sebebi çok sevdiği adamın onu terk etmesi.

Deniz kenarında bir bankta otururken sevdiği adamın ona verdiği ANAHTAR’lı kolyeyi elinde tutuyor,sevdiği adamı düşünüyor.Düşünceleri çok karmaşık , zaten mimiklerinden de anlaşılıyor.

Bir yandan adamı seviyor ve geri istiyor,diğer yandan ise ona çok kızgın .

Elindeki anahtarlı kolyeye bakıyor ve onu düşünüyor.

Arada sırada etrafına bakıyor onu görmek istiyor yada istemiyor kendi de bilmiyor,

Adamın onu terkedişine bir türlü alışamıyor.

Kız ne yapacağını bilmiyor hayattan kopmuş bir şekilde oturuyor boş boş düşünüyor ve boş gözlerle etrafa bakınıyor .

Ve aniden yanında biri beliriyor.

Bir adam.. göz göze geliyorlar ama kız gözlerini ondan kaçırıyor.

Adam kızın yanına oturuyor,fakat adamın başı gözükmüyor.

Adam kızın omzuna elini uzatıyor kendine çekmek istiyor ama kız ondan kaçıyor.
Adam bir kez daha kızın omzuna elini uzatıyor ve bir kez daha kızı kendine çekmeye çalışıyor ..fakat kız yine yanaşmıyor , adama ALIŞAMIYOR..

Adam vazgeçmeden tekrar kızı kendine çekiyor .. ve bir kez daha.

En sonunda kız adama alışıyor ve başını omzuna yaslıyor..

Böylece renksiz ve durgun olan psikolojilerine bir anda renk katılıyor aralarında bir SICAKLIK oluşuyor ve adam kamerada gözüküyor..

Kızın sevdiği adam kızın yanında oturuyor..

Ve kız sevdiği adamı affediyor..

Son sahnede adam kızın elindeki ANAHTARLI kolyeye bakıp kızın elinden tutarak kapatıyor ve kıza kalbinin ANAHTARI’nın kendisi olduğunu hissettiriyor..



NOT:
Zeynep hocam , bu ödevi hazırlarken 3 konu belirledim.Ama son kez 4.bir konu belirleyip onu çekmeye karar verdim.Çevremdeki insanlar ve sizden aldığım direktifleri göz önünde bulundurdum ve böyle bir çalışma elde ettim.En son sizinle konuştuğumda bana alışmak kelimesini göz önünde bulundur demiştiniz en çok ona ağırlık verdim ve 3 kelimeyi birden kullanmaya çalıştım.Umarım başarılı olmuşumdur..


BETÜL ÇEKİCİLER
FOTOĞRAFÇILIK VE KAMERAMANLIK

çöp-açık-oturmak-esen

http://vimeo.com/32503320



SAKLANMAK - UÇMAK - BOZUK

Depresyona girmiş bir kızın psikolojik durumunu yansıttığı bir durum yaşanıyo.

Kız bu durumdan dolayı kendini dış dünyaya kapatıyor. iletişim kuramıyor .
İnsanlardan kaçıyor .

Bu durumun gerçek sebebi ise yüzünde oluşan bir deri hastalığıdır. Yüzününün
BOZUK olması insanların da onu dışlaması bu kızın daha da sakmlanmasına bir
neden oluşturuyor.

Kız iyice kötü oluyor ve bunalıma giriyor . Bir anda kız bu dış baskılardan dolayı
kendinden geçiyor ve kafayı UÇURUYOR.

Yüzündeki izleri saklamaya çalışıyor . Fakat bunları saklarken buldugu gazete
parçalarını yüzüne yapıştırarak içinde yaşadığı ruhsal çöküntüyü yansıtıyor .

İnsanlardan uzak ve çekingen tavırlarıyla dikkat çekiyor gazete parçaları insanlarla
kızın BOZUK olan yüzüne perde olusturuyor.
Kısacası bir psikolojik durumun ortaya çıkmış bir karesi oluşmuş oluyor.

Saklanmak , uçmak , bozuk bu üç kelime gerçek anlamları dışında ruhsal bir biçimde
fotoğrafa yansıttım. Siyah beyaz efektler kullandım .


GAMZE ARSLAN
FOTOGRAFÇILIK VE KAMERAMANLIK

Eren YILAN Hızlı-Ateş-Saklanmak








3 KAVRAM    HIZLI-ATEŞ-SAKLANMAK

Hızlı: Çabuk , seri, süratli.

Ateş: Yanıcı cisimlerin tutuşmasıyla beliren ısı ve ışık. Tutuşmuş olan cisim. Mecaz anlamda coşkunluk, hırs, öfke, hınç, büyük üzüntü, acı olarak da kullanılır.

Saklanmak: Kendi kendini gizlemek, gizli tutulmak, Mecaz anlamda kaçmak,

Hızlı kavramını, zamanla ve kırılmış bir saat objesiyle verdim. Zamanın hızından yakınan ve çaresiz bir karakterle anlattım.

Ateş
i, öfkeyle ifade ettim. Karakterin hızlı akan zamanın önüne geçememesinden kaynaklanan öfkesini anlattım. Bu öfkesini bastıramadığını, alkol ve sigara gibi objelerle belli ettim.

Saklanma
yı da fotoğraftaki adamın yalnızlığı ile ve kağıda yazdığı metinle (I’m shouldn't be in here…) anlatmaya çalıştım. Kendini karanlık bir odaya hapsetmiş, karamsar, içine kapanık ve yapmak istediklerini yapamadığı için öfkeyle karışık üzgün ve düşünceli bir halde verdim. Elindeki kağıda burada olmamalıyım yazmasının sebebi ise yine yapmak isteyip yapamadıklarından ötürüdür.

Duvar,Sıcak,Beklemek... Buğra Aykuter

Duvar,Sıcak,Beklemek
Kelimelerimin sözlük anlamları:
1.Duvar:Bir yapının yanlarını dışa karşı koruyan,iç bölümlerini birbirinden ayıran taş,tuğla vb. gereçlerden yapılan dikey düzlem biçimindeki görünen yapı;duygusuz,duyarsız kimse.Bir toprak parçasını sınırlayan taş,tuğla,kerpiçten yapılan engel;sonuçsuz,sonuç vermeyen yer.Engel;uçan topta ağ üzerinden karşı takım oyuncusunun vuruşuna karşı koyma.
2.Sıcak:Yakmayacak derecede ısısı olan,yakmayacak kadar ısı veren,soğuk karşıtı.
3.Beklemek:1)Bir iş oluncaya,biri gelinceye değin bir yerde kalmak,durmak.2)Süre tanımak,acele etmemek.3)Bir şeyi,bir kimseyi gözetmek,korumak,muhafaza etmek.4)Karşılaşma ihtimali bulunmak.5)Aramak istemek.6)Oyalanmak.

Benim kelimeleri kullandığım anlamları:

Bir gün bir üniversite öğrencisi genç her zaman ki gibi okula gitmek için sabah hazırlanıyor ve her gün beklediği durağa gidiyor.Her şey her zaman ki gibi normal görünürken bir den durakta ki kızı fark ediyor.O andan sonra durumlar değişmeye başlıyor.Kıza karşı sıcak duygular beslemeye başlıyor.Bir sonra ki gün çok kararsız kalsa da kızı çalıştığı yere kadar takip ediyor ve saat kaçta oraya geldiğini saptıyor.Akşamına eve gittiği an itibariyle kıza karşı hissettiği duyguları ona söylemek istiyor.Bunu çeşitli şekillerde prova alıyor.Fakat bir türlü ona nasıl yaklaşacağını bulamıyor.Derken odasında otururken bir anda yerde duran gitarı görüyor ve kıza bir beste yapmaya çalışıyor fakat bu o kadar da kolay olmuyor.Bir sonraki sabah kızın çalıştığı iş yerinin önüne kızdan önce gidiyor ve tam kız geldiğinde şarkıyı çalmaya başlıyor.O anda kızın suratında ki soğuk ifade ve anlamsız bakışların anlamını çözemiyor.Kız ağlayarak oradan uzaklaşıyor.Çocuk ne olduğunu şaşırıyor.Kıza bunu yaptıran sebebin ne olduğunu merak ediyor.Derken ertesi gün çocuk tekrar o beklediği durağa gidiyor ve kızı orada görüyor ve hemen hesap sormak için yanına gidiyor.Ona bir gün önce neden kaçtığını soruyor.Kızdan bir kelime bile ses çıkmıyor derken kız el hareketleriyle sağır ve dilsiz olduğunu söylüyor.Genç o an da aralarında ki aşılması çok zor duvar’ı fark ediyor.Başından aşağı kaynar sular dökülüyor.O an kendini çok çaresiz hissediyor ve sahile atıyor.Geceye kadar sadece hareketsiz bir şekilde olanları ve yaşadıklarını düşünüyor sessizce aynı o kız gibi.Çevreden gelen hiçbir şeyi duymuyor.Sonra bir anda bu duvar’ı kaldırmanın bir yolu aklına geliyor onunla anlaşmak için elinden geleni yapıyor ve iki kelimeyle ona aşkını anlatıyor.Kızın çalıştığı dükkana giriyor ve sağır dilsiz işaretleriyle ‘’Seni Seviyorum’’ diyor. Ve aralarındaki bu beklenen sıcak duyguları duvarları kaldırarak sonuçlandırıyor.

Yani burada bana verilen kelimeleri;

Duvar:Genç ile kız arasındaki iletişim sorunu.Kızın sağır dilsiz olması.Aralarındaki bu engel.
Sıcak:Gencin kıza karşı hissettiği ‘’aşk’’ duygusu
Beklemek:Her gün otobüs beklenen ortamda tanışmaları.Ve sonuca bağlanması için her iki tarafında bir şeyler beklemesi.

Anlamlarında kullandım.



Buğra Aykuter

üç kavram-yabancı-uyumak-ayna -gülşah sarıtaş

Kaybolmak-GÜçlü-Pencere/ÖZGE AKTAŞ



KAYBOLMAK-PENCERE-GÜÇLÜ
Ele aldığımız kavramlar ve bu kavramlara benim nasıl bir anlam yüklediğimi kavramsal fotoğraf çalışması dalı altında gerçekleştirmeye çalıştım.
Kavramları genel anlamlarına bakarsak;
Kaybolmak; ileriyi görememekle var olan algı eksikliği, inanamama. Hayatın içinde kaybolabilir bir insan, kendi ilişkisi içinde kaybolabilir, kendi soru işaretleri, kendi tabuları, kendi istekleri, kendi bilinçaltı içinde kaybolabilir. Yıllardır doğru olduğunu sandığı şeyin yanlış olduğunu keşfedebilir insan, bu kaybolmadır aslında. Bazen insan bilerek ve isteyerek yalnız kalmak için kaybolabilir. İstemediği insanlarla yüzleşmemek için kaybolabilir. Kaybolmak her ne kadar doğrudan bir şeyleri bilememek, şaşırmak, farkında olamamaktan dolayı gerçekleşen bir eylem gibi görünse de aslında bunun tam tersidir. Çoğu durumda kaybolan bir insan bir şeylerin farkında olduğu için kaybolur, bazı şeyleri görebildiği sezebildiği için kaybolur. Cahil mutludur ama düşünen insan kaybolur.
Güç; kontrol ve bilinçtir. Elinizde güç olduğunu bilmezseniz güçsüz olursunuz veya gücü kullanırsanız güçsüz kalırsınız. Güç, insanların davranışlarını etkileme, kontrol edebilme yetisi.
İnsanı ayakta tutmaya yarayan şey.

Resimde kaybolmayı hem topluluk içinde yalnız olmak hem kendi içindeki boşlukta yaşayan bir insan figürü olarak kullandım. Elindeki şişe bir içki şişesi. Bunu güç olarak düşündüm. Şişeyi bu kompozisyondan çıkarsaydık karakter tamamen umutsuz vaka (bitmiş, tükenmiş, yeniden hayat bulacak bir gücü olmayan) bir insan olarak kalırdı. Bu karakteri melankolik olarak da yorumlayabiliriz. Kendini, kendi kurduğu- oluşturduğu, sınırlar çizdiği bir fanus içine hapsetmiş bir kişilik. Aslında normal insanlarda hayatında değer verdiği, bağlı olduğu bir takım şeyleri kaybettiği zaman aynen bu fotoğraftaki gibi oluyor bence… Hayat ağacında tutunduğu dal kopan bir insan gibi diyebilirim. Bir süre boşlukta kalınır, işte bu fotoğraftaki “boşlukta kalan insan”diyebiliriz. Boşlukta kalmanın, kaybetmeyle doğru orantılı olduğuna inanıyorum. Yada buna eskiyi yitirmek de diyebilirim. Kaybettiğimiz şeyin değeri boşluğumuzun sınırlarını belirler. ‘Sınır’ fotoğrafta başını kapattığı kese kağıdı olarak nesneleşiyor. Yani görme, duyma ve konuşma duyularını kapatıyor. Yalnızca gözlerinde iki küçük delik var. Bu da aslında kişinin dış dünyaya karşı tüm pencerelerini kapatmadığını gösteriyor bize. Eğer gözlerine gelen ışığı da kaybederse bu kişi yaşayan bir ölü durumunda olurdu. Elindeki güç, bir içki şişesi ama bu farklı şeylerde olabilirdi; bir mektup, bir bıçak ya da kaybettiği şeye dair bir eşya… Burada ki güç hayattan tamamen kopmamasını sağlayan bağdır.

"İncir Reçeli" filminin fotoğraf olarak örneklerini getirdiğim sahnesinde de aslında benim çektiğim fotoğrafın storyboard’unu görebiliriz. Sevdiği kadını kaybetmiş bir adam, kendini evine hapsediyor. Bu kayboluş süreci içinde odanın her bir yanını sevdiği kızın söylediği sözcüklerle kaplıyor ve bir sabah pencereden bir kağıt parçası düşüyor. Adamın uzun süre görmediği güneş ışığı ona güç veriyor, pencereden dışarı bakıyor, her şeye rağmen hayatın aslında devam ettiğini görüyor ve kendisi de senaryosunu yazmaya başlayarak koptuğu yaşama dahil oluyor. Benim çalışmam daha çok bu kayboluş sürecini resmediyor.
Sözleri konuma uyan bir tiradı da burada paylaşmak isterim ; ''kaybolmuş suskunluklar gibi gezinirken ortalıkta düşlerim. Ben yabancılaştım her şeye ve herkese. nerede olduğunu bilmeden, ne için orda olduğunu bilmeden rüzgarda savrulan kağıt parçaları gibiyim sokakta. Kaybolmuş bir çocuk gibi. Tüm kentler yabancı, tenler, öpüşler… Yalnızlığın kendisi bile yabancı… Tanımlamalardan, bilmelerden geliyorum. kafa karışıklığından mutlu entelektüel uğraşlar; unutturuyor bir şeyleri. Hep bir şeylerin içinde kayboluyoruz zaten; ufak tefek kaybolmalarda unutuyoruz bu dünyadaki asıl kaybolmuşluğumuzu... Unuttukça mutlu oluyoruz. Hatırlatan şeylerden tiksiniyoruz, sarhoşluğumuzu seviyoruz. Her şey makineleşiyor. Duygular anlık refleks. Ezber edilmiş hayatları, ilişkileri yaşıyor ezber edilmiş düşlerde geziniyoruz.
O yüzden hayata zindan demeler. Sanatçıları da o zindanı bezeyen; çaresizliğimize morfinli iğnelerle çare bulmaya çalışan doktorlara benzetiyoruz. Ölüm kurtuluş oluyor; intihar istemiyle geliyor ve hep orda duruyor bir yerlerde kendi halinde. İntihar da içimizde bir yerde esir bir istemden başka bir şey olmuyor. Hayata ve diğerlerine karşı geliştirdiğimiz savunmalar güçlendiriyor duvarları. Biz kendimizi korudukça hayata karşı, daha derinine iniyoruz zindanın. Dengeler yaratıyoruz. Dengesizliğe tahammülümüz yok, belirsizliğe… Sahip olduğumuz şeyler var sanıp, sahip olduklarımızı giyinip titremelerimizi dindirmeye çalışıyoruz. Korkuyoruz, kaybetmekten, sahip olduklarımızı yitirmekten korkuyoruz, dengelerin bozulmasından, belirsizlikten. İnsani dengelerimizi kaybediyoruz farkında olmadan. Böylece, esir ediyoruz kendimizi kendimizde. Dengede olan bir şey yok aslında, kaybedecek hiç bir şey yok. Neden buradasın bu dünya ne, bu yaşadıkların…”

Bu konsepti tasarlarken aklıma ilk bir odada pencereler kağıtlarla örtülmüş ve bu karanlık odanın içinde yaşayan birini düşündüm. Pencereden yansıyan küçük bir ışık huzmesi bu insan için güç olacaktı (örn. foto; incir reçeli 8-9 planları). Ama pencereyi anlatmak için illa bir pencere görüntüsünün olmasına gerek yoktu. Yine aynı ruh halinde olan kişinin odasını başına geçirdiğim kese kağıdı ile de gerçekleştirebileceğimi düşündüm. Eskizlerle çalışmam da bana görsel açıdan yardımcı oldu ve ortaya istediğim gibi bir çalışmayı fotoğrafla daha iyi yansıtabileceğimi düşündüm.


FvK-Tr1
Özge Aktaş

21 Kasım 2011 Pazartesi

Görkem Tekdal -sakin,aramak,ev-

ali


http://vimeo.com/32494502

GÜLŞAH DEMİRKIR / Bozuk-Şapka-Aramak

Bozuk;
  yatak: bozuk olur toplayasın gelmez.
  musluk: bozuk olur tamirci parası olmaz pıtt…pıttt..
  hava: tamda bugün şemsiyen evde kalmıştır.
  kafa: belki içer, sızarsın.
  kaset: sar sar bitmez. CD ise hiç çekilmez tekrar tekrar bozuk olduğunu hissettirir.

Şapka;
   baş tacıdır. İstanbul’dur.
   adam çok haklıdır çıkarırsın.
   hele ki harfin başına takarsın çıkarsa tadı kaçar.


Aramak;
  demişler bulamazsın.
  bazen ne olduğunu bilmezsin.
  belki de eksik olandı.
  alırsın başını ne bulacağını bilmeden kalkar gelirsin.

   BOZUK: Ben tamamen kalite olarak görüntüyü bozdum bozmaktan kastım duru sade değil belki de rahatsız edici. Dünyayı kendisi bozan birinin gözünden belki de. Bozuk olanın yaşadığımız şeyler olmadığını. Onları bozan bizizdir diye düşündüm. Dünyanın toz pembe olduğunu kimse savunmaz ama eğer yaşamak için geldiysek en azından o süreci bozmamak gerektiğini düşünürüm ve ne derecede yansıtırım bilinmez.

   ŞAPKA: İstanbul baş tacıdır. Dedim derdi, sıkıntısı, tasası bitmez o sıkıntıları dertleri tek tek kafaya ŞAPKA gibi takarsın. Bazen o şapkayı başına kendin örersin kalkarsın memleketinden demişlerdir ‘taşı toprağı altın İstanbul’un’ .( tamam eskiler derdi o ayrı ) takıverdin mi kendin şapkayı. Bebeksin daha hiç bir şeyden haberin yokken anan baban takar o derdi nerde doğduğun başına dert açmıştır bu seferde.
olur o şapka cadı kazanı geçinme çabası, işsizlik, trafik(tamam çok sorun değil ama zor şimdi.) şapkayı da bu şekilde anlatmayı seçtim.


ARAMAK: aslında çok aradım ne yapmam gerektiğini ne olabileceğini sanırım boşluktan daha iyi bir şey yansıtamaz aramayı. Belki de İstanbul’la birleşebilir o kadar ne aradığını bilmeden gelen insanları yok saymak ayıp olur sanırım.

 her kelime kendi başına kullanılmasıyla kişilerde farklı anlamlar uyandırabilir. Fotoğraflarda aynı şekilde tek başına sergilendiğinde farklı anlamlar, farklı konular çıkabilir. Bu durumda bunları sunarken bu yazılarımız fotoğraflarımızın ürünlerimizin kendi beynimizin yansımasıdır. Belirli bir konuya göre fotoğraf çekmek mi yoksa belirli bir fotoğrafa anlam yüklemek mi yaptıklarımız.

Kağıt - Hızlı – Bırakmak - Melih Togay


Kağıt - Hızlı – Bırakmak
 1)Kağıt: Yazı yazmak , kitap yada dergi basmak , icine öteberi sarmak gibi işlerde kullanılan çeşitli bitkisel maddedir.
2)Hızlı: Çabuk ,süratli ,seri,güc kullanarak, siddetle , ivedi , cabuk olarak.
3)Bırakmak: Elde bulunan birseyi tutmaz olmak.



Yoğunlastıgım kavramlar bırakmak ve kagıt oldu. Kagıt kavramını bırakmakla bagdastırarak kagıttan bir ucak ucurmayı denedim.  Hızlı anlamı ise ucagı kagıt halinden ucak haline getirmek onu düşünmek ve onu ucurmada kullandım. Ucurma olayını birde bırakmak kavramında kullanmaya calıstım. Elimden geldigince görsel olarak güzel ve bi okadarda basit halde cekmeye calıstım. Kavramlar birbirine bagdasmasada bir sekilde bunu yansıtabilcegim tek yolda bu sayılırdı. Kagıttan ucagı daha sonra normal bir eski savas ucagı fotografı ekleyerek onunlada bütünleştirdim. Uçagı konu almamdaki sebep hızlı gidiyor olması , Ucagın kendini havada bırakıyor  olması , ve kagıttan da yapılabiliyor olması .

GÖZ-GÜÇLÜ-GELMEK KAAN TÜRK




- 100… 200… Anlaştığımız gibi…
- Benden bu kadar o zaman.
- Tekrar ne zaman görüşeceğiz?
- Onu sen biliyorsun…
- Peki, seni arayacağım….


*********************************************************
-         - Haftaya bugün, yeniden?
-         - Sen bilirsin.

Bekletmek bir insana yapılabilecek en büyük eziyettir. Bugün buluşma günüydü ve kadın adamın aramasını beklemekten sıkılmıştı. Cesaret versin diye içmeye başladığı şarap sonuna yaklaşıyordu. Adamı aramaya karar verdi. Sarhoşluğun verdiği titreme numaraları çevirmesine engel oluyordu. Bir kaç başarısız denemeden sonra telefonla verdiği savaştan galip ayrıldı. Fakat her zaman yeni bir cephe açılır. Çağrısı cevaplanmayacak gibi görünüyordu ama bazen işler hep ters gider. Adam telefonu soluk soluğa açtı:

-        -  Efendim?
-        - Neredesin sen?
-        -  Aramanı bekledim.
-        -  Buluşmayacak mıyız?
-        -  Onu sen biliyorsun.
-        -  Bu kez sen bana gelir misin?
-        -  Peki.

Kapı çaldı. Adam siyah deri montuyla kapıdaydı. Merhabalaşma fasılları hep hızlı geçer. Deri montuna uygun siyah poşeti kadına uzattı. Kadın poşetteki biraları tıngırdatarak mutfağa gitti. Dolaba iki bira eksik yerleştirdi. Elinde açık iki birayla odaya döndü. Sağ elindeki şişeyi soldakine tokuşturup adama uzattı ve büyükçe bir yudum aldı. Biralar henüz yarılanmamışken mecburiyetmişçesine hızla odaya çıktılar. Adam kendinden geçmiş gibi soluyordu. Erkek olmanın biyolojik olarak kendine verdiği güçle kadını bir hamlede yatağa fırlattı ve yaklaştı. Vücutları birbirine değdi. Adam dudaklarını kadının boynuna işliyordu. Sonrası iyilik güzellik…

Ortalama 1.65 – 1.70 boylarında bir kadının taşıyabileceği en ağır silah duygularıdır. Ve bir kadın size aşık olmuşsa belaya son bir durak kalmış demektir. Çünkü; bir kadının aşık olması namlunun size dönmesidir.
Kadın önceki iki buluşmanın tesirinden bir türlü kurtulamıyordu. Çok fazla erkek bedenine dokunmuştu. Gözleri kapalıyken bir erkek bedeninin herhangi bir yerine parmak ucuyla dokunsa neresi olduğunu anlayabilecek kadar çok erkek geçmişti bedeninden. Hatta o kadar ki sevişmekten zevk almamaya bile başlamıştı. Fakat bu kez silah tutukluk yapmıştı. Bir aşığın yaşayacağı tüm klişeleri yaşıyordu. Karnı ağrıyor gibiydi. Sebepsiz bir mutluluk yüzündeydi. Ve aynı zamanda mutluluğu yakalayamama ihtimali huzursuzluk yaratıyordu. Evet, klasik bir modeldi. Bunca yıl sonra birini sevmek bütün planlarını alt üst etmişti.

Birine aşık olmak birlikte uyanmayı hak ettirir ama dünya adil değildir. Yalnız uyanmanın sıkıntısı çoğu zaman telefona sarılmayı tetikler. Kadın da her klişe aşık gibi telefona sarıldı. Numarayı ezberden çevirdi ve beklemeye başladı. “Merhaba. Nasılsın? Ben hiç iyi değilim. Seni gördüğüm günden beri tekrar görmek için fırsat kolluyorum. Aramanı beklemekten yoruldum. Ben galiba sana aşık oldum. Bilmiyorum bunu söylemek ne kadar doğru ama bilmen gerektiğini hissettim. İlk kez seviştiğimiz akşamdan beri tekrar buluşmanın hayalini kuruyorum. Israrla gelmiyorsun. Biliyorum, çok mantıklı görünmüyor ama bazen mantıksız da olsa bir şeyleri denemek zorunda kalmıyor mu insan? Lütfen bir düşün”

Aşağı yukarı buna benzer şeyler söylemeyi düşünüyordu. Telefon açıldı.

-        -  Efendim?
-        -  Gel.
-        -  Efendim..!?
-        -  Gelemez misin?
-        -  Anlamadım!
-        -  Gelmen lazım.
-        -  Saat kaçta?
-        -  En çabuk ne zaman gelebilirsin?
-        -  Sana ne zaman uygunsa.
-        -  Bekliyorum.

Adam yine geldi. Bu kez hızlı hızlı soluyan kadındı. Adamın dış kapıdan girişinden üst kattaki yatak odasına geçişi yirmi saniye sürmüştü. Bu kez kadın kendini adamın derisine işlemeye çalışır gibi sevişiyordu. Sonrası yine iyilik güzellik…

Eğer bir alışverişte iki taraf da veren konumundaysa ortada alışveriş yoktur. Ve bir alışverişte iki tarafın da veren olduğundan habersizsen kandırılıyorsun demektir.

Kadın cüzdanını açar...


Derin-Anahtar-Açmak/A.Emrecan Yıldız



Derin-Anahtar-Açmak…
Derin:1.Yoğun,2.Dip
Açmak:Bir şeyi kapalı durumdan açık duruma getirmek…
Anahtar: ……(bütün anlamları yükleyebiliriz)
 
   Yıllardan beri süregelmiş bir alışkanlık olarak "kadın-seks objesi-sanat" üçlüsü sanatın her dalında kendini göstermekte günümüze geldikçe bu durum haberlere hatta dizilere yansımaktadır.”Kadın” dediğimiz kişi aslında bir “varlık” veya bir “insan” mıdır?Edebiyatta kadın figürleri iyi ve kötü,güzel ve çirkin olmak üzere hep ikiye ayrılır ve onlar üzerinden klişe gidilen bir yaşam tarzı seçilir.Özellikle erkek yazarların kadınları ayırıp onlar üzerinden prim yapıp sonuç olarak insanlara da ahlak dersi verdiklerini görüyoruz.Kadın hep mağdur,gurursuz,
Ahlaksız fakat "şehvetli" biri olarak lanse edilmiştir.Yani kadın erkeğin “Egomanyası” altında ezilmiş ikinci bir sınıf vatandaş olarak görülmüş ve biz kadını sanattada gerçek hayatta da cinsel obje olarak görmüşüz.VE ERKEK KADINI YARATTI!!!
  Yalnızca masallarda güzeldir hayatlar,hikayeler,aileler,arkadaşlar daha doğrusu insanlar.Sanat ortaya çıktı sanat var oldukça kadın kullanıldı.Sanatçılar aşık oldukları kadına/erkeğe herkesin gıpta   ettiği şiirler yazdılar,şarkılar bestelediler,resimler yaptılar,kitaplar yazdılar.Sevmediklerini veya sevemedikleri kadınlar özellikle resimde ve edebiyatta deforme olmak zorunda kaldı kadın kendi vücudunu isteksizce insanlara sundu(sunmak zorunda kaldı).Erkeklerin gözünde de sadece arzulanan bir fotoğraf oldular…
      
         Derin-Anahtar-Açmak,kadının kendi cinselliğini kullanarak bir yerlere gelme çabası.
1.”Anahtar” modelimiz çünkü o cinselliğini ön plana çıkartarak yapamadığını elde etmeye çalışıyor fakat geçmişten beri devam etmekte olan döngü içerisinde dolanıp duruyor.
2.”Açmak” kavramı realizmdeki gerçekliğe tekabül eder.Kadın artık istemediği bir ilişkiye girmektedir ve o insanların yüzünü görmek istemediği için onlara sırtlarını döner.Bu durum erkekleri daha da tahrik eder ve sanki onlarla “Fantezi” yapıyormuş algısı uyandırır.
3.“Derin” ise artık ilişkinin bittiği zaman kadının kendinden tiksindiği ve içindekileri dışa vurduğu andır.Erkekler tatmin olmuşlar ve gitmişlerdir kadın tuvalette tek başına ağlamaktadır.Başka da yapabilecek bir şeyi yoktur zaten…
                                                                                         A.Emrecan Yıldız...

Koray TIKIZ - Kutu,Yabancı,Uyumak







Kutu : 
1. ince tahta , mukavva , teneke , plastik vb. şeylerden yapılmış kapalı kap.
Fot. Anlamı : Kendini bir kutunun içinde hapsolmuş dışarı çıkamayan , karamsar bir okadarda kendi dünyasındaki varlıkların dışında başka hiç birşeye deger vermeyen yabancı duran insan.Tamamiyle çevresini kaplayan bir kapalı olma durumunun aksine , kafasındaki kutuyu yaratıp kendini içine koyma durumu


Yabancı : 
1.Başka bir milletten olan, başka devlet uyruğundan olan kimse
2.Aileden , çevreden olmayan dış mandal durumu.
3.Tanınmayan , bilinmeyen
4.Bir konuda bilgisi, deneyimi olmayan.
Fot. Anlamı : Sahip olduğu çeşitli özelliklerden ötürü içinde bulunduğu topluluğa uyum sağlayamamış olan ve bu yüzden de topluluk üyeleri tarafından bir garip karşılanan kişi.çok iyi gözlem yapan ve eleştirilerinde içinde bulunduğu toplulukları  değiştiremeyeceğinden kendini soyutlama, oturup sessiz kalma olayı


Uyumak : 
1 . Uyku durumunda olmak.
2.İşlem görmemek, durgun kalmak.
Fot. Anlamı : Belli bir düzene,yapıya,sava vs. oluşuma karşı sessiz , dışında kalmış dışlanmış kişinin dışarıya karşı durgun kalması,uyuması.


not:Tamamen soyut kavram üzerinden hareket edip, bunu resimde olduğunca sürreal bir biçimde anlatmak istedim.
                            
                                koray tıkız

BERNA CIROZLAR SICAK-AGAC-KALMAK






AĞAÇ;   Odunsu bitki,fideden meydana gelen,kökü gövdesi yaprakları olan,yeşil ve sarı yarakları olabilen,meyve verebilen bitkidir.Havaya oksijen verir.Canlılara besin ve barınak sağlamak gibi işlevleri vardır.
Kağıt ,mobilya,yakacak hammadde kaynağı,ısı verir,sıcak ve soğuğu dengeler,radyasyonu önleri,beden ve ruh sağlığı üzerinde önemli rol oynar.


SICAK;  Duyularla algılanmaktadır.Yakmayacak kadar ısı veren ,ısısı yüksek olan ,çok ısınmış,havadaki ısı.
Dostça,sevgi dolu, çok samimi, sevgi,içtenlik, sevimlilik, sıcak kanlı,sıcak renkler,sıcak savaş, sıcak olmak, sıcak bakmak,anlamlarına da gelmekdedir.


KALMAK; Miras olarak geçmek kalınmak durmak varlığını korumak, sürdürmek Oturmak, yaşamak, eğleşmek Konaklamak, konmak oyalanmak, vakit geçirmek belirtilen miktarda bulunmak.Kabullenmek. Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek , yürümez duruma gelmek ,sınırlanmak, bitmemek olmak, herhangi bir durumda bulunmak Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak, görevi veya yetkisi içinde olmak, düşmek, durumu itibarıyla aşağı seviyede bulunmak.


Fotoğrafta ağacı, meyve veren bir ağaç olarak ele aldım. Ağaç anne,meyvesi ise çocuktur.Anne (kadın), ağaç gibi güçlü ,dayanıklı,her zorlukta yıkılmayandır.Ve bunu daha da köklendirmek icin meyvesini yani cocuğunu dünyaya getirir.


Sıcaklığı ise,anne ve bebeği arasındaki içten sevgi , birbirlerine olan bağlılık , anneliğin verdiği sıcak mutluluk,samimiyet olarak anlattım.


Kalmak;Birey  iki beden ve iki kişilik arasında kalmış bulunmaktadır. Şizofrendir.Bu durumu bilmektedir iki kişilik arasında kalmayı bunun kalıcı olduğunu ve bitmeyeceğini kabullenmiştir.